Ah gece gelme gündüz gel, tenhalarda menhalarda.

Erken emeklilik yasa tasarısını kendi üzerimde denediğim şu günlerde, üretkenlik katsayım arttı. Önce İzmir'e gittiğimde annemin kullanmadığı dikiş makinesinde hak iddia etmemle başladı. Eminönü'ne gidildi (abuk subuk sokaklarında sağ aynamı kırmam pahasına), kumaşlar alındı ve kendime etek dikildi. Geleceğin Vera Wang'i olacağımı söyleyemem, ama ilk deneme açısından başarılı olduğum söylenebilir. Daha sonra uzun zamandır beynimi kemiren arka bahçemi renovasyon işine girildi. 3 senedir kendisini çöplük olarak kullandığımdan (komşularımın da bunu farkedip bilumum çöplerini aşağı sallamasının da katkısı oldu); biraz savaş alanı kıvamındaydı. Temizlendikten sonra Koçtaş'a gidilip suni çim halı, bambu çit, beyaz çakıl taşı, bahçe aydınlatması gibi hırdavatlar alınıp; peyzaj mimarı kıvamında bu alanın düzenlemesi yapıldı. Sonuç belki cennetten bir parça olmadı ama, imkanlarımızla anca bu kadar. Yattığımız hamak çürümüş kış koşullarından, ona üzüldüm bir. Gidip yenisini almak lazım. Bu kadar iş, benim tembel bünyemde ne zaman arıza çıkarır bilemiyorum, ama daha çek-senet mafyasıyla uğraşmam lazım. Hayatım romantik komediden aksiyona geçiş yapacak.
İki gündür fetret devrine girdim. Sabahları geç kalkıp göbeğimi kaşıya kaşıya (spora da gitmeyince hafif bel verdi, ama o kadar çok değil, hala bikini giyebilirim) rss leri kontrol ediyorum. E3 sağolsun bütün teknoloji blogları/sayfaları günde beşbinikiyüzellisekiz feed'le coşmuş durumda. Bakmayınca dağ oluyor, sonra başa çıkamayınca "mark all as read" yapıp arada güzel şeyleri kaçırabiliyorsunuz.
Pek güncel bir haber olmamasına karşın, MTV'nin Movie Awards'unu izledim/inceledim. Düşünüyorum da, eskiden sanki bu ödüller daha mantıklı bir şekilde dağıtılırdı. O zaman da oylama sistemine dayalı bir seçim mantığı vardı, demekki eskiden oy verenler (şu anda yaş ortalaması 25 civarı olanlar herhalde), daha akıllıca seçimler yapıyorlardı. İzleyenler ya da haberlerde okuyanlar bilir, ödüllerin büyük bir kısmını Twilight aldı. Açıkcası bu kadarını da beklemiyordum. Tamam, tam MTV gençliğine hitap eden bir film/roman ama aklı başında bir insan oturup izlediğinde "WTF" demekten kendini alamıyor.



Öncelikle Twilight'ın bir vampir filmi olduğunu unutmamak lazım. Bütün vampir filmleri Bela Lugosi ayarında olacak diye bir kural yok, ama geneline baktığımızda bu filmlerin birkaç ortak noktası olduğunu görüyoruz: Vampirler seksi, insanları kolaylıkla baştan çıkarabiliyorlar; vampirler güçlü, insanlardan daha hızlı, daha çevik, daha kuvvetliler; vampirler gizemli, son ana kadar aslında vampir olduklarını anlamıyorsunuz; vampirler akıllı, uzun yaşamları onlara belirli bir bilgelik vermiş. Twilight'ta ise vampir öğesi sonradan eklenmiş gibi duruyor. Sanki ilk yazılırken lise çağlarında olan iki gencin aşk hikayesi diye başlamış, sonra hikayeyi biraz daha ilginçleştirmek adına word'de "find and replace" yapılmış gibi vampirler yerleştirilmiş.

faggot

aradaki farkı bilmek lazım tabi.

Film bütün kötü eleştirilere rağmen inanılmaz bir hasılat yaptı. Tabi bunun sebebi serinin kendi hayran kitlesi. 13-18 yaş arası gotik genç kızlar, "aaay ne kadar romantiiiik" diyerekten kitapları ellerinden düşürmeyip, bir yandan da "gotiklik"lerinden ödün vermeden, genç kızlarda bu yaşlarda görülen arabesk aşık olma dönemini atlatıyorlar. Yazar bu konuda biraz cinlik yapmış; bu yaş aralığındaki genç kızlar ilk aşık oldukları dönemde gördükleri herşeyi kendi hayatlarıyla kıyaslıyorlar. Tabi bütün kızlar da aynı tornadan çıkmış değiller; bir kısmı okulda cheerleader formasıyla dolaşıp okulun futbol takımındaki çocuklarla çıkıyorlar, bir kısmı bol siyah makyajlı-eyelinerlı dolaşıp kimsenin onları anlamadığını düşünüyor (ki Twilight'ta biz daha çok bunlarla ilgileniyoruz), bir kısmı kendini okula verdiğinden zaten bu olaylara girmiyor. Yazar da böyle bir kitle için yazılan eserlerdeki boşluğu görmüş olacakki, fill in the blanks durumuna girmiş. Sonuç büyük başarı sağlamış ama dediğim gibi, belirli bir kitle için.
Bu tarz bir serinin filme dönüştürüldüğünde kazanılacak çil çil altınları düşünen yapımcılar da kolları sıvamış, ve ortaya böyle bir film çıkmış. Birçok forumda hayran kitlesinin yapılan acımasız eleştirilere olan karşılığı, Twilight'ın aslında bir vampir filmi olmadığı, vampir öğesinin orda bir metafor olduğu, ikili ilişkilerdeki insanlar arasındaki farklara rağmen birbirlerini sevebileceği üzerine. Sorun şu ki, Bram Stoker da aslında Dracula'yı yazarken "vampirliği" bir metafor üzerine kurmuş; o dönemde oldukça yaygın olan ve cinsel yolla bulaşan frengi hastalığı. Bu yüzden "aslında ordaki vampirler metafor, siz anlamıyorsunuz" diye gelmeyin, işin çıkış noktası zaten bu.
Kitap serisini okumama sebebim Ayşegül'ün yeni maceralarını okumama sebebimle aynı, belirli bir yaş ortalamasının üstünde olmam. O yüzden kitap vs. film karşılaştırmasını yapamıyorum. Ama hayranlarından gelen yorumlara bakılacak olursa orijinaline sadık kalınmış, hepsi filmi izlerken orgazma ulaşmış. Bu yüzden yaptığım eleştiriler ne yazıkki izlediğim filmle sınırlı.
Filmde CGI için Industrial Light and Magic göreve çağrılmış ama sanırsam öğle tatillerine denk geldiği için o sırada ofiste bulunan çaycı işlerini halletmiş. Veyahut benim 3D işler için uyguladığım fiyat/kalite sistemini kullanmışlar; x kadar para verirseniz y görüntüsünü alırsınız şeklinde. Filmin genel olarak görüntü yönetmenliğini sevdim, renk paleti ve fonlar çok güzel, hikayeyle örtüşüyor. Oyunculuk açısından fazla söyleyeceğim birşey yok, hikayenin genel kabızlığından ötürü ne yazıkki oyuncular da sanki en iyi performanslarını gösterememişler, Robert Pattinson sürekli boşluğa uzun uzun ve mal mal bakarken görüntülenmiş.
Gene de bu kadar ödüle boğacak bir film miydi, tartışılır. Aslında alnı şimşek izli yuvarlak tel gözlüklü küçük büyücü dostumuzun serisiyle karşılaştırmak daha mantıklı geliyor, ama kendilerini pek sevdiğimden çok sağlıklı bir karşılaştırma yapabileceğim söylenemez. Hele bir serinin ikinci filmi çıksın, öyle konuşalım.

0 comments: