Let There Be TV.

Yaz sıcaklarının sıvı kıvamda sırttan aşağı yerçekimine riayet ettiği bugünlerde, dizilerin de tatil sezonuna girmesiyle eskici sandığını açmak haricinde pek bir alternatif kalmıyor. Belki bir gün canım sıkılır da izlerim diye harddiskimde ikamet eden birtakım dizileri teker teker tüketmiş durumdayım. Birçoğu hakkında pek yazmaya değer bulmadığımdan izlendikleri gibi DVD'lere yazılıp uygun case'lere konarak arşive kaldırılıyor. (evet arşivleme canavarıyım ve 5328756 case arasından istediğimi bulmam yaklaşık 45 saniye sürüyor, o derece de düzenliyim) Tam da biraz da dizi yazayım, ama eski bunlar hep derken imdadıma Showtime yetişiyor ve Nurse Jackie adlı yeni bir dizi ile bizleri karşılıyor.



Açıkcası daha vizyona girmediğinden ama torrenkler sağolsun "preair" olaraktan bizlerin beğenisine sunulduğundan ilk iki bölümünü izleme şansım oldu. (and the oscar goes to ttnet)
Gerçi artık hastanede geçen dizilerden ikrah geldi, (ER, Scrubs, House MD, Grey's Anatomy) ve bir tane daha kaldıramam diye düşünüyordum. Nurse Jackie'nin sadece ilk iki bölümünü izlemiş olmama rağmen illa birisine benzeteceksem biraz ER'ın atmosferi, biraz da House MD'nin kara mizahı olarak sınıflandırabilirim. Ana kahramanımız Jackie, hastanenin acil servisinde çalışan görmüş geçirmiş bir hemşiredir. İşindeki tecrübesi onun doktorlara bile kafa tutmaya yeltenmesine olanak tanımaktadır (Scrubs'daki Carla gibi). Herkes gibi kendi sorunlarıyla zorlukla başa çıkan Jackie çözümü kimyasal maddelerde arar. (House gibi, aynı evet) Sadece iki bölümünü izlemiş olduğumdan çok fazla bir yorum yazamıyorum, ama şimdilik izlenebilir bir dizi gibi gözüküyor. Başarılarının devamını diliyor ve başka bir habere geçiyoruz.

4 sezondur severek takip ettiğimiz Weeds'in 5. sezon ilk bölümü internetlere düştü. Tükenmeden alınız.

Bir süredir beynimi kemiren bir konu var. Acaba artık dizi yapımcıları süper yakışıklı jönler, barbarella tadında ablalardan sıkıldı da; onun yerine ana kahraman olarak daha çok sıradan, hatta mümkünse sakar, asosyal, hayatta çok başarı elde edememiş karakterleri mi tercih eder oldu? Hani düşününce bir ara çok popüler olan "pembe dizi"ler teker teker yok olurken (Young and the Restless'i ayrı tutuyorum, beni bile gömer o dizi), onların yerini mükemmellikten uzak karakterli yapımlar mı almaya başladı. Anneannem hergün 17:00 sularında offline olurdu, dizisini izlemek için. Evde kimseyi konuşturmaz, televizyon kumandası üzerindeki hakkını da kesinlikle devretmezdi. (allahtan arada bir bize uğruyordu ve evde her odada bir televizyon vardı, görgüsüz olduğumuzdan ötürü) Şimdi sabahları Seda Sayan (ya da Pasifik ötesindeyseniz Oprah Winfrey) var da sabah kuşağında bir yandan fasulye ayıklarken annelerimiz televizyonda bunları izliyor. Böyle bir yenilenmeden ötürü de samba kokulu dizilerin de popüleritesi azaldı. Belki de jenerasyon değişti, ihtiyaçlar değişti; bunu gören yapımcılar da farklı alanlara yönelmeye başladı.
Hala tabi "gençlik dizisi" başlığı altında lüks arabalı-marka kıyafetli-full makyaj karakterli diziler mevcut. The O.C. nin elde ettiği başarıyı gören yapımcılar bunun bir de doğu yakası versiyonunu çekelim, ortaya Gossip Girl çıksın demişler. (Seth Cohen'in hepimiz hastasıydık ama üzgünüm, Dan Humphrey aynı etkiyi bırakamadı) Eskiden Beverly Hills nineohtwooneoh vardı, bunun da yenisini çekelim bakalım diye düşünülmüş ama o da tutamadı ne yazıkki, becerememişler. Bu durumda ne varsa eskilerde var demek lazım.
İki paragraf önce bahsini açtığım konuya dönecek olursam; evet, anti kahramanlar. Örneklerle açıklayayım da daha anlaşılır olsun, sonrasında cümle içinde de kullanır, pekiştiririm.
  • Chuck: Diziye adını veren karakterimiz eli yüzü düzgün, ama komşunun oğlunda da bulabileceğiniz bir çekiciliğe sahip (oturduğunuz semte bağlı) Biraz sakar, eloğlunun "nerd" diye tabir ettiği sosyalden çok bireysel aktivitelerden hoşlanan (bilgisayar oyunları gibi, yanlış anlaşılmasın) bir karakter. Ortalamanın üstünde bir zekası var, ama onu ajan yapacak sezgilere ya da fiziksel kabiliteye sahip değil. Bari yanına eli yüzü düzgün bir kız verelim de ortalamadan kurtarıp dörtbuçuktan beş alırız demişler. Sonuç olarak severek izliyoruz ve devamını merakla bekliyoruz.
  • Reaper: Ana kahramanımız Sam, 21. yaş gününde ailesinin şeytanla yaptığı bir anlaşma sonucu ruhunu sattığını, ve ölene kadar onun adına çalışması gerektiğini öğrenir. Her bölümde ayrı bir maceraya koşarken bir yandan vasat bir işte çalışır, ilkokul sıralarındayken aşık olduğu Andi'yle inişli çıkışlı bir ilişkisi vardır (gene fena olmayan bir kız), arkadaşları ondan daha sakar ve tipsizdir. Bu durum dizinin eğlenceli olmadığı anlamına gelmiyor tabiki de.
  • The Big Bang Theory: Dizide 4 erkek bir de bayan olmak üzere 5 ana karakter var. Erkekler vasatın altında bir fiziksel görünüşe sahip, bayan da çok abartı kaçmasın diye ortalamanın az üstünde güzellikte seçilmiş. 4 erkek de fizik/mekanik/mühendislik gibi alanlarda süper zekalara sahipler, kontrast olsun diye de abla pek de zeki olmasın denmiş. Erkekler kendi içlerinde bir sosyalliğe sahipler (yani başka arkadaşları yok). Her birinin kendine has kusurları var; Wolowitz Yahudi (evet, belki bu da bir kusur), Raj kızların yanında konuşma yetisini kaybediyor, Leonard içinden çıkamadığı sorunlara giriyor, ve Sheldon zaten başlı başına bir problem. Bir de içine bol bol Star Wars/Star Trek göndermeleri, bilgisayar oyunları, çizgi romanlar atıyorsunuz ki çorbanız kıvama gelsin. Ekranda "eye candy" olarak tabir edebileceğiniz, giyimine özenebileceğiniz bir karakter olmasa da eğlenerek izliyorsunuz.
Düşününce liste bayağı bir uzuyor tabi. Daha ailemizin anti kahramanı Dr. Gregory House, villain olmasına karşın kızların sevgilisi (ehm ya da benim, evet evet sadece benim) Zachary Quinto/Heroes, hatta aynı diziden Masi Oka. Sanırsam artık Brangelina devri bitti, (hatta evlerini bile ayırmışlar bak) devir sıradan insanların devri. Belki ben de bir gün şöhreti yakalar, dizilerde falan oynarım. Mimarlıkta para yok zaten, eline kağıt kalem alan müteahhitlik yapıyor.


0 comments: