And The Oscar Goes To...


Üzerinden bir hafta zaman geçmesine rağmen gene de bu sene dağıtılan 81. Oscar Ödülleri hakkında yazmayı kendimce bir gereklilik olarak görüyorum. Filmlerden bir kısmını izlemiş olmam da bu konuda yapacağım yorumları, bir yerde, kolaylaştırıyor.
Gecenin en önemli ödülü kuşkusuz, En İyi Film (Best Motion Picture of the Year) Ödülü. Adaylar; The Curious Case of Benjamin Button, Frost/Nixon, Milk, The Reader ve Slumdog Millionaire. Ve ödül bir çok tahmini boşa çıkartmayarak sonuncusuna gidiyor. Slumdog Millionaire bu sene büyük bir performans sergileyerek Bafta olsun, Oscar olsun, Golden Globe olsun bütün ödül törenlerinde tozu dumana katarak diğer adaylara şans tanımadan ödülleri silip süpürdü. Her ne kadar alakası olmasa da Bollywood filmlerine olan alakamdan ötürü ilk çıktığı zamanlarda sadık bir korsancı olarak indirip izlemiştim. Filmin Bollywood filmi olmadığını pek tabi bilmiyordum izlemeden önce. (Oysaki Danny Boyle bana biraz ipucu vermeliydi, evet) İzledikten sonra, açıkçası, güzel bir film olmasına rağmen böyle bütün ödülleri alacak, Oscar'ı alırken ağlayacak bir film olduğunu düşünmemiştim. Konu olarak, evet, orijinal bir konu; sıfırdan, hatta eksiden gelen bir genç Kim 500 Milyon İster yarışmasına katılır ve soruların hepsini doğru cevaplayarak büyük ödülü alır. Ancak kendisinden çok daha eğitimli ve kültürlü insanların yapamadığını bir varoş çocuğu nasıl başarmıştır; film her soru ve yanıtı üzerinde Jamal Malik'in hayatından kesitler sunarak cevap veriyor. Kurgusal olarak başarılı, ama (ne yazıkki) oyunculuk olarak biraz eksik kalmış bir film olarak değerlendiriyorum Slumdog Millionaire'i. Zaten bu tarz ödüllerin hiçbirisine aday bile gösterilemedi. Diğer aday filmlerden Frost/Nixon'ı izleme şansım olmamasına rağmen (bu konuda bensiz izlediği için Sayın Emir Kaymakoğlu'nun katkısı büyük) ben oyumu Sean Penn'in oynadığı Milk filmine veriyorum. Benim kime verdiğimin gayet tabi bir önemi yok ama zaten yazdığım yer de New York Times'ın bir sütunu değil.
En İyi Erkek Oyuncu (Best Performance by an Actor in a Leading Role) Ödülü de gayet hakettiğini düşündüğüm Milk'teki rolüyle Sean Penn'e verildi. Bu konuda eksik bilgilerimden ötürü yanlış yorum yapıyor olabilirim zira Frost/Nixon ve The Visiter'ı izlemediğim için Frank Langella ve Richard Jenkins'i değerlendirmem içine alamıyorum. Velhasıl The Wrestler'daki performansıyla Golden Globe alan Mickey Rourke için bir ödülün yeterli olduğunu düşünüyorum. Altın Küre'yi birine verelim, Oscar'ı başkasına, herkes sevinsin evine boş dönmesin anlayışı zaten uzun süredir çoğunlukla yapılan bir uygulama, o yüzden Sean Penn'in bu seneki Oscar'ı kucaklaması mantıklı bir seçim. Evine boş dönmesin demişken, Trophic Thunder'dan bir anekdot belirtmek istiyorum, izleyenlerin hatırlaması umuduyla. Robert Downey JR(♥) ve Ben Stiller Vietnam ormanlarında ilerlerken aralarında Ben Stiller'ın karakterinin filmde, daha önce oynadığı Simple Jack filminden bahsetmeye başlarlar. Bu filmde Stiller bir gerizekalıyı oynamaktadır ve bu rolün kendisini nasıl etkilediğini anlatmaya başlar. Daha önce birçok ödül almış olan Robert Downey JR karakteri filmlerde daha önce gerizekalıyı oynayan aktörler ve rollerini açıklar. Tom Hanks Forrest Gump'ta bir gerizekalı gibi konuşup davransa da masa tenisi turnuvasını kazanıp JFK ile tanışan biri gerizekalı değildir. Dustin Hoffman Rain Man'de kibritleri sayan, pokerde yenilmeyen bir otistiği canlandırarak "tam bir gerizekalı" olmamıştır. Akademi de sene sonunda onlara istedikleri ve hakettikleri oscarları vererek ödüllenmiştir. Oysaki Sean Penn I am Sam'deki rolüyle tam bir gerizekalıyı canlandırarak eve boş dönmüştür. Çıkarılan ders; Never go full retard.
Böyle bir moladan sonra bir sonraki durağımız En İyi Kadın Oyuncu (Best Performance by an Actress in a Leading Role) Ödülü. Burda yorum yaparken zorlanıyorum zira adayların filmlerinden sadece The Reader ile Kate Winslet'i izledim, ki kendisi Oscar'ı kazanan oldu. Film tabiki de biraz da olsa Nazilere dokunduğu için ilgimi çekti, yoksa büyük Kate Winslet hayranı bir insan değilim. Gerçi kendisinin oynadığı filmlere bakınca büyük bir çoğunluğu severek izlediğim, hatta dur ya bir kere daha izleyeyim dediğim filmler: Finding Neverland, Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Little Children ve hayır Titanic bu listede yok. The Reader'da göğüslerinin performansını beğenmesek de genel olarak kendisini takdir ediyor ve Oscar'ı kaptığı için kutluyoruz.
Bir sonraki destinasyonumuz En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Best Performance by an Actor in a Supporting Role). Burda Oscar'ı The Dark Knight'taki rolüyle Heath Ledger'ın almış olması kimseyi şaşırtmadı. Zaten diğer adayları da 5e tamamlamak için gösterdiklerini düşünüyorum. Kendisini her ne kadar sevsek ve takdir etsek de Trophic Thunder'daki performansıyla Robert Downey JR'ın oscara aday olması ya akademi üyelerinin kafasının güzel olduğunu gösterir ya da az önce dediğim gibi 5lik slotu tamamlamak için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlar. Heath Ledger'a burdan toprağı bol olsun diyoruz ve diğer konu başlığımıza dönüyoruz.
En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Best Performance by an Actress in a Supporting Role) Ödülü bu sene severek izlediğim Vicky, Christina, Barcelona (Türkçe'ye saçma bir şekilde Barselona Barselona diye çevirmişler, bir anlam veremedim) daki rolüyle Penélope Cruz'a gidiyor. Film genel olarak bir Woody Allen filmi havası taşısa da (arkafonda bir anlatıcı, aşk üçgenleri hatta beşgenleri) çok da uzmanı olmadığım halde diğer filmlerine nazaran daha mainstream bir film olduğunu düşünüyorum. Açıkcası bu filmdeki performansları değerlendirilecek olursa bir ödülü hakedenin sadece Penélope Cruz olduğunu düşünüyorum, ki başrol oyuncusu Javier Badem gibi gecen sene No Country For Old Men'le oscarı kucaklamış biri. Scarlett Johansson'a gereksiz güzel olduğu için baştan beri kılım zaten, o yüzden objektif bir yorum yapmam zor.
En İyi Yönetmen (Best Achievement in Directing) Ödülü de bu sene akademisyenlerin hepsini buna verelim seriyi tamamlasın diye düşündüğü Slumdog Millionaire'e gidiyor. Adaylar arasında The Curious Case of Benjamin Button var ki, bence ödülü hakeden film oydu. David Fincher ezelden beri filmlerini severek hatta bayılarak, yemeklerden sonra birer doz izlediğimiz bir yönetmen: Se7en, The Game, Fight Club, Zodiac, Alien 3, hatta bir daha Fight Club. Bu seneki akademi ödüllerinde The Curious Case of Benjamin Button'ın hakkının yendiğini, Almanlar yenilince yenik sayıldığını düşünüyorum. Çok klişe bir cümleyle bu durumu açıklamak istiyorum: Akademi her sene bir filmi nüfusuna geçirip bütün Oscarları ona veriyor, diğer filmleri hiçe sayıyor. The Curious Case of Benjamin Button'ın bu sene En İyi Görüntü (Best Achievement in Art Direction)nün yanısıra En İyi Makyaj (Best Achievement in Makeup) ve En İyi Görsel Efekt (Best Achievement in Visual Effects) gibi biraz daha önemsiz oscarları alarak gönlünün kırılmamış olması bunu açıklıyor.
Teker teker bütün ödüller üzerinde yorum yapacağımı düşünerek yazmaya başlamıştım ama sayısının bu kadar çok olması ve birşeye uzun süre dikkat verememem (ADD: attention deficit disorder) yüzünden yazıyı biraz kısa kesip daha önemli olduğunu düşündüğüm ödüller ve bahsetmediğim filmlerle ilgili kısma yatay geçiş yapacağım.
En İyi Özgün Senaryo (Best Writing, Screenplay Written Directly for the Screen) Ödülü gene zannımca bu sene çıkan en iyi filmlerden biri olan Milk'e gidiyor. Diğer adaylar arasında Wall E gibi bir animasyonun olması ilgi çekici. Zaten En İyi Animasyon (Best Animated Feature of the Year) Ödülünü de kendisine verdiler. Bolt ve Kung Fu Panda adaylarının bulunduğu bir listede zaten başkasına vermeleri büyük bir ayıp olurdu. Benim ilgimi çeken gene 2008 yapımı olan ve beğenerek izlediğim Igor'un aday gösterilmemiş olması. Konu olarak da, animasyon kalitesi olarak da Bolt'tan çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Aday gösterilmemiş olması da akademi üyelerinin böyle bir filmden haberlerinin olmaması ile açıklanabilir ancak. Gerçi gene de Wall E karşısında boynu kıldan ince kalır ama Igor da 2008 yılı içerisinde çıkan başarılı animasyonlar arasında yerini koruyor.
IMBD bir çoğu için film araştırırken ilk bakılan sitelerden (ben dahil). Bu sene The Dark Knight'ın çıkmasıyla bütün top listelerin alt üst olmasını ilginç bir fenomen olarak görüyorum. Bunu insanların topluca gaza gelmesi olarak değerlendirebiliriz. Filmin ilk çıktığı hafta en iyi 250 film arasında Godfather'ı bile geçerek ilk sıraya yerleşmesi bunun göstergesi olabilir. Sinemadan çıkan herkes o gazla imdb'ye girip 10 puan vererek bunu gerçekleştirdi. Şu anda bile top 250'de 6. sırada gözüküyor. Buna rağmen En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Görüntü gibi diğerlerine nazaran daha önemli oscarlardan hiçbirini alamamış olması filmin gereğinden fazla şişirilmiş bir balon olduğunu gösteriyor. The Dark Knight evet başarılı bir film; ama filmin sinema tarihi açısından önemi, tartışılır. Heath Ledger'ın performansı dışında bundan 50 sene sonrası için bir katkı taşımadığını, sinema okullarında derslerde okutulacak bir değeri olmadığını düşünüyorum. Oscarlar bir filmin ne kadar iyi olduğunu politik yanları yüzünden tam olarak göstermiyor, ama tarihsel ve kalıcılık olarak
(ve pek tabi aktör ve aktistlerin fiyat arttırması) düşünülecek olursa gene de büyük önemi olduğu aşikar. Slumdog Millionaire bundan sonra ders kitaplarına girer mi orasını bilemem, ama aldığı oscarlar sayesinde insanların çenesini, hatta bu durumda parmaklarını, bir süre daha yoracağa benziyor.
Uzun lafın kısası, bu seneki Oscar Ödülleri'nde büyük sürprizler olmadı, zaten herkesin önceden az çok tahmin ettiği filmler ve kişiler ödülleri aldı. Bu sene bir kısmının ödüllere aday bile gösterilmeyerek hakkının yendiğini düşündüğüm filmler ise: How To Lose Friends and Alienate People, Trophic Thunder, Be Kind Rewind, Iron Man, RocknRolla, Gomorrah, Burn After Reading, Cloverfield, Gake no Ue no Ponyo, Igor ve Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street.
Hayatta herşey subjektif tabi, kimi beğenir yerlere göklere sığdıramaz; kimi nefret eder yerin dibine sokar.


3 comments:

Vadi Efe said...

benjamin button bence de güzeldi evet

naziler niye ilgini çekti anlamadım

dream endless. said...

Never go full retard!

non playable character said...

naziler her zaman ilgimi ceker.

sevgili dream endless, bu yorumunla halen hayatta oldugunu anlamis oluyorum. limbo pillow a yazi yaz.