Cumartesi 3 film birden kusagi

Cuma aksami disari cikmis olmanin verdigi gorevini tamamlamis ferahligi ardindan gelen cumartesi gunu hissedilen miskinlik, bana art arda 3 film izleme olanagi sagladi.

Izledigim filmlerden ilki RocknRolla. Guy Ritchie tarafindan yonetilen film, bir Guy Ritchie filminden bekleyebileceginiz her turlu ogeyi iceriyor: Bu sefer Jason Statham'in olmamasi biraz kalp buruklugu yasatsa da, birbirinden bagimsiz bir grup insanin ayni olay etrafinda donup dolasip finalde yollarinin kesismesi, butun bunlar olurken bol aksiyon ve eglenceli diyaloglar. Madonna'dan ayrilmis olmasi Guy Ritchie'ye yaramis olmali ki, karsimiza bir kez daha Swept Away gibi izlemesi iskence olan bir filmle cikmadi. Filmi izlerken Guy Ritchie'nin yakindan genis acili cekimleri, ic mekanlarda bol filtreli renkli isiklari gibi ogelerin artik trademark i haline getirmis oldugunu farkettim. Konusuna gelince, Rus "mafyasi" parasina para katmak icin bir emlak dolandiriciligi yapmaya kalkar, ve tabi paranin kokusu baska insanlarin da gozunu acar. Lock Stock ya da Snatch'teki gibi herkesin pesine dustugu bir "item" var, ve olaylar bu "item" in ele gecirilmesi etrafinda donuyor. Halen cekmekte oldugu Robert Downey Jr ve Jude Law'lu Sherlock Holmes u beklerken RocknRolla'nın tadi damagimda kaldi. Eglenceli bir haftasonu icin cok dogru bir tercih.

Izledigim ikinci film ise Gen Sekiguchi gibi cok adi sani duyulmamis bir yonetmene ait: Survive Style 5+. Boyle bir filmi duyup izlememin sebebi pek tabi Vinnie Jones. Kendisini gene bir Guy Ritchie filmi olan Lock, Stock and Two Smoking Barrels'dan beri zevkle ve ilgiyle takip ediyoruz. Filmden bahsetmek gerekirse, genre'ini kolay kolay kategorize edemiyorum. imbd bile comedy, drama, horror, mystery olarak sifatlamis. Filmin genel havasi bir Jean-Pierre Jeunet filmini andiriyor. Her sahneye hakim bir renk var; bir bakiyorsunuz cart sari bir salondasiniz, sonra pespembe bir yatak odasina gecmissiniz. Filmi kategorize edemedigim gibi konusunu da anlatmakta zorlaniyorum. Birbirinden bagimsiz 5 hikaye anlatiliyor. Hikayelerin birbirinden bagimsizliginin yanisira surreal olmasi da tabi filmi kategorize etmemi zorlastiran nedenlerden biri. Sinema okumadim ya da artsy fartsy bir insan degilim, ama herhalde bu hikayelerdeki sembolist ogeler daha bilgili bir gozle izlenirse film daha anlasilir hale gelecektir. San'at filmlerini bu yuzden sevmiyorum; akillara cok eskilerden beri tartisilan bir soruyu getiriyor: sanat icin sanat mi, yoksa toplum icin sanat mi? Amac bir dusunceyi, bir duyguyu anlatmak, insanlari bilgilendirmek, akillarinda bir dusunce birakmak ise toplumun %95'inin anlayamayacagi bir sanat, bana daha cok zaman kaybi gibi geliyor. Keza birtakim sanatci gecinen insanlarin kendi aralarinda toplanip saraplarini yudumlarken "evet burda sanatci ekspresyonist bir anlatimla surrealizmi birlestirip post modern bir calisma yapmis" gibi cumleler kurmalari icin birseyler yapiliyorsa cantami kapip kadrajdan kosar adimlarla uzaklasmam ayiplanmamali. Boyle bir elestriden sonra filme donecek olursak, film boyunca "herhalde bu hikayeler bir yerde kesisecek, degil mi, evet oyle olmali" gibi dusunceler aklimdan gecti. Sonunda istedigime kavustum ve rahatladim. Filmi tavsiye ederim, oturun izleyin ve eglenin, ama karsima kizin mavi elbise giymesi ruhundaki dinginligi sembolize ediyor gibi argumanlarla cikmayin, uzulurum.

Izledigim ucuncu film ise biraz daha mainstream, Hollywoodvari bir klasmandan: The Wrestler. Artik kariyerinin sonuna geldi, bundan bir is cikmaz denilen Mickey Rourke icin oldukca iyi bir donus olmus. Keza bunu sabitlemek icin kendisine altin kurecigi de verdiler, o da yonetmenimin basarisi diyerek buyuklugunu gosterdi. Filmde adindan da anlasilacagi uzere bizim buralarda "amerikan guresi" diye tabir edilen sporu icraa eden bir adamin hikayesi anlatiliyor. Bu tarz mesleklerde emeklilik insanin istediginden daha once geldiginden oturu; ben kimim, hayatim nereye gidiyor gibi bunalimlara giren Randy "The Ram" Robinson, bari yillardir ilgilenmedigim kizimla ilgileneyim, bir tane de striptizci vardi ilgi duydugum ona kosayim gibi dusuncelere kapilir. Insan sahne tozunu bir kez yuttu mu bagimlilik yapar derler, bundan olacakki Randy Robinson da tekrarlardan sahalara donup "glory days" ini canlandirmak ister. Kucukken televizyonda gures gibi bu tarz "sov"lari izledigimde gercek sanip insanlarin ne kadar psikopatlastigini dusunurdum. Buyuk Hulk Hogan hayraniydim, ne kadar korkunc da olsalar filmlerinin buyuk bir kismini izledim. Sonradan aslinda herseyin bir sov oldugunu, o sandalyelerin gercekten adamlarin sirtinda kirilmadigini ya da ring etrafindaki lastiklerden sekip birbirleri uzerine atlamadiklarini ogrendigimde, "hah ben biliyordum zaten numara oldugunu" diye ukalalik bile yaptim. Filmde de bu tarz oyunlarin icyuzu gosteriliyor. Danisikli dovus dedikleri sey tam da bu olsa gerek. Genel olarak yavas tempoda gitse de dovus sahneleri eglenceli, 80'lerin Mickey Rourke'unu ayilasmis gormek ilginc. Belki izledigim ucuncu film oldugu icin biraz haksizlik ediyorum ama yonetmeni Darren Aronofsky den biraz daha farkli bir film beklerdim, gorsel olarak beklentilerimi tam olarak karsilamadi. Gene de arkadas cevresinde ayiplanmamak icin izlenmesi gereken bir film.
Gectigimiz hafta Igor diye sahane bir animasyon da izledim, ama insanlarin "oha bunun isi gucu yok butun gun film mi izliyor" diye dusunmesini engellemek icin daha fazla yazmiyorum, bir baska bahara zevkle onu da anlatirim.


0 comments: