Waiting for Star Trek.


Gün itibariyle her haftanın aynı günü yaptığım domestik işlerden sonra; oh be biraz da oturayım, dünyada neler olmuş, kimler ne yapmış ne demiş gibi meraklardan kendimi arındırmak arzusuyla bilgisayarımın başına sonunda oturabildim. Cumartesi günü evime gelen arkadaşlarım için yaptığım havuçlu-cevizli-tarçınlı kek yanında bol sütlü chai tea latte ile birlikte vücudumda biraz bir rahatlama, bir dinginlik hissetmeye başlamıştımki, ah bu hafta ne hakkında yazacağım sorusu beynimi kemirmeye başladı. Haftaiçi eve normalden biraz geç geldiğim için (pazartesi-çarşamba-cuma spor salonu, salı-perşembe arkadaşlara uğrama gibi) film ve dizi izleme performansım biraz düştü bu aralar. Zaten ofisten beynim sıcakta bekletilmiş çilek kıvamında çıktığı için, akşamları dikkatimi uzun süre birşeye odaklamakta zorlanıyorum. Geceleri yatmadan izlemek için seçtiğim filmler de bu yüzden romantik-komedi ya da amaçsız macera gibi beynime çok ATP harcatmayacak türden oluyor. Evet, itiraf ediyorum, bu haftaiçi Along Came Polly, Inkheart, Popeye, Mamma Mia,Marley and Me gibi belki de sonradan izlediğime pişman olacağım filmleri izledim. Haliyle bunları burada yorumlamayı gereksiz buluyorum.
Bir hafta dizi, bir hafta film yazayım gibi bir karar almıştım. Geçen hafta Dead Snow'la ilgili yazdığım için bu hafta sıra bir dizi yazısına geldi. Yeni izlemeye başladığım, henüz 3. bölümünü izleyebildiğim The Mighty Boosh için bir yorum yazmak için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Her hafta ısrarla izlediğim diziler hakkında yazmayı da işgüzarlık olarak görüyorum; bu yazıyı okuyanların çoğunun benim arkadaşım olduğu düşünülecek olursa hemen hemen hepsi Heroes, House M.D., How I Met Your Mother, Lost, The Big Bang Theory izlediğinden ötürü bunlar hakkında bir yorum yazmak herhalde bu bloga başlama sebebimin biraz dışına çıkıyor. Amacım, herkese teker teker "abi şunu izledin mi bak çok iyiymiş" demek yerine, "aha link bu, burdan bakın izleyin" demenin daha kolay olduğunu düşünmüştüm. (The Watchmen ile ilgili yazıyı herkesin izlediğini bildiğim halde, değişik yorumlar okuduğumdan ötürü bir de ben yazayım, ben de bunları düşündüm bakın demek için yazmıştım; dipnot)

Bu durumda yoğun geçen günler, yazı yazmak için izlenmiş bir datanın olmayışı,biraz da önceden izlediğim birşey hakkında yazayım fikrini doğurdu.
Bu haftaki konuğum JPod. Kanada'dan çıksa çıksa Bryan Adams, Celine Dion çıkar fikrimi az da olsa değiştirmiş bir dizi kendisi. (Sevgili Sezen Türkmen'in Kanada'da olduğunu bilmeme rağmen bu cümleyi kuruyor olmamdan rahatsız olmayacağını ümit ediyorum.) Soyadları J ile başlayan bir grup bilgisayar oyunu yaratıcısı-programlayıcısı insanların aynı ofiste geçen hikayeleri ile ilgili bir dizi kendisi. Bilgisayar oyunu ile alakadar olduğundan dikkatimi çekmeyi başardı, yoksa Kanada yapımı mı, peeh diye geçip gidebilirdim. Dizimizin ana karakteri Ethan biraz Peter Parker/Toby Maguire çakması bir genç. (Bu benzetmeyi boş bakan iri mavi gözlerine borçluyum.) Annesi evinin bodrumunda yetiştirdiği marihuanaları jelatinleyip renkli kurdele ve etiketlerle süsledikten sonra satarak para kazanan, babası da filmlerde figüranlık yaparak geçimini sağlayan bir aileye sahip. Ethan'ın işteki görevi bilgisayar oyunlarındaki vahşet sahnelerindeki gerçekçiliği ayarlamak, ne kadar kan olursa o kadar iyi. İş arkadaşlarından Bree Jyang, animasyonlarla ilgilenen Asya asıllı bir Kanadalı. John Doe, çevre düzenlemesi, mekan modellemesi ile görevli (ki hayalimdeki meslek bu olurdu); oyunun program kodunu yazan Cowboy ise kadınlara olan düşkünlüğüyle tanınıyor. Aralarına sonradan katılan Kaitlin ise karakter tasarımını yapıyor.
Ana karakterleri kaba taslak şöyle bir tanıttıktan sonra dizinin konusuna gelince, baştan söylediğim gibi, bilgisayar oyunu yapan bir firmada çalışan bir grup insanın hayatlarıyla ilgili bir dizi. Ofislerin sıkıcılığı malum, ama konu bilgisayar oyunları yapan bir ofis olunca iş biraz değişiyor. Misal birçok ofiste oyun denemek/oynamak için büyük ekran bir lcd ve çeşitli konsollar yok; bilgisayarlar NASA ayarında değil, ya da birlikte çalıştığınız insanların yaşları 25-65 gibi geniş bir yaş aralığında. Kurmaca da olsa JPod gibi bir ofis hepimiz için bir umut kaynağı haline geliyor.
Dizi izlemek için eğlenceli bir seçim. Özellikle ilk bölümünde Ethan'ın annesinin yanlışlıkla uyuşturucu satıcısını öldürdükten sonra cesedini saklama eforu, ilerleyen bölümlerde Ethan'ın Çin mafyasıyla başının derde girmesi, bir sonraki bölümü izlemek istemeniz için neden teşkil ediyor. Her güzel olan şey gibi JPod da ömrünü yalnızca bir sezonla kısa bitirmiş, Kanadalılar'ın zekasından bir kez daha şüphe duymamızı sağlamış.
Günlerin uzaması, bikini sezonunun yaklaşması sebebiyle bazı haftasonlarımı şehirdışında geçirme planlarım olduğundan ötürü her pazar yeni bir yazı yazamayabilirim, önceden belirteyim ona göre önleminizi alın. Arabamın 15bin bakımına bir çıt kaldı, kilometreyi doldurmak için uzun seyahat yapma planlarım var. Evden çıkıyorum, hop 6 saat sonra anavatanımdayım zaten, uzunluk da göreceli birşey. Bir sonraki seyahatimda yoldan yolcu da alacağım, yakında ulaşım sektörüne girersem şaşırmayın.

5 comments:

Unknown said...

saçını eehm

non playable character said...

punk is not dead. ya da sabah uyaninca tipi kayanlarda bu hafta.

Pina said...

rahatsız oldum aşırı, hemen çıksın ordan o. ağlıyorum şu an.

non playable character said...

lafim Kanadalılara, sevgili Sezen hanıma degil. kendisini cok seviyoruz belli etmesek de.

Vadi Efe said...

yazı hakkında yorum gelmiycek sanırım. neyse sen yolda tanımadığın kişileri arabaya alma