Oooze gonna save us?

Pazar günlerinin nedense üzerimde bir "evde otur-dışarı çıkma" etkisi var. Sanki haftanın sahir günleri hep dışardaymışım gibi bir cümle oldu bu ama özellikle pazar günleri, küçüklüğümden beri sabahları ya evde/tam teçhizatlı, ya da dışarıda/en büyük açık büfe neredeyse, bir kahvaltı edilir; sonra sindirmek için şöyle bir sahil gezintisi yaptıktan sonra eve gelinirdi. Bütün bu işler öğleden sonra maksimum 2:00 ye kadar bittiğinden daha sonrasında evde televizyon bakılır, gazete okunur, film izlenir ve gün sona ererdi. Yaz aylarına tekabül eden günlerde annemin "ay ben sıcak deniz seviyorum" sevdası yüzünden de Ilıca'da büyük plaja gitme vak'alarımız da olurdu arada.
Aile uzağında yaşamanın bir yan etkisi olacak, pazar sabahları artık tam tevekküllü kahvaltı yerine şöööyle bir atıştırdıktan sonra ev işi/domestik kısıma giriş yapıyorum. Malum, bütün hafta ev dingonun ahırı kıvamına geliyor; giydiklerim pazartesi-salı-çarşamba diye üst üste yatağımın yanındaki şişme pembe koltuk üzerinde yığılıyor, mutfakta bardaklar pazartesi sabahı-salı sabahı diye içleri az kahveli bir şekilde sıralanıyor, yok çarşafları değiştir, yerleri sil derken zaten bu sıkıcı işler bütün günümü alıyor. Bir bakıyorum hava kararmış bile, hani nerede benim sahil çay bahçem.
Son birkaç aydır pazar günü aktivitelerime bir de blog yazma işi girdi. Bunu sanki üstümde bir yükmüş gibi söylemiyorum, pazar günü rutinime dahil olduğunu belirtiyorum sadece. Bazen annem gibi hissediyorum, hah bütün gün ayaktaydım şimdi şöyle bir kahvemi alıp da oturayım ayaklarımı uzatayım havasında düşünüyorum acaba bu hafta ne yazsam diye. Geçen hafta Black Books u yazmışım, öyleyse film haftasındayız.
Sinemaya gitmeyi eskisi kadar çok sevmiyorum. Bunun sebeplerinden biri istediğim zaman durdurup içeriden kola/kahve/cips/patlamış mısır benzeri birşey alamıyor oluşum. Başka bir sebep olarak sinema salonlarında haliyle filmi yatar pozisyon yerine oturur pozisyonda izleme zorunluluğu. Biraz sefa pezevengi bir yapım var sanırsam, herşey önümde olmalı ve ben olabildiğine rahat, 85 yastığın üçü belime ikisi ayağımın altına şeklinde hiyerarşik ve stratejik olarak dağıtabilmeliyim. Sinemaya soğumamın sebeplerinden bir diğeri de kafama takılan birşey olduğunda filmi durdurup wikipedia ya da imdb gibi sayfalardan gerekli infoyu sinema dahilinde almamın zor olması. Iphone icat oldu mertlik bozuldu gerçi, her yerde istediğimiz enformasyona ulaşabiliyoruz ama arada filmi kaçırmak hoş olmuyor. Son olarak sinema gidişlerimin azalmasındaki en önemli sebep, izlemek istediğim bazı filmlerin sadece dublajlı olarak gösterimde olması. Neymiş efendim, animasyon dediğimiz çocuklara yönelik birşeymiş, Türkçe olursa anca anlayabilirlermiş. Gece 12:00de çocuğunu yatağa koyup uyutmak yerine sinemaya götüren bir aile herhalde çok iyi bir ebeveynlik yapmıyordur; ben şahsen ortaokula kadar akşam 10 dedin mi yataktaydım.
Bütün bu problemlerime rağmen geçen hafta Monsters vs. Aliens a gitmiş bulundum. Filmin orijinal versiyonu hiçbir salonun hiçbir gösteriminde yoktu. Zaten imax için her türlü İstinye Park'a gitmek gerektiğinden kaderimize razı olduk. Gitmeden önce filmin inTru 3D olduğunu bilmiyordum, salon girişinde dağıtılan kaynak gözlüklerini görünce pek bir sevindim.

goofy glasses

Herhalde karşıdan bakınca bu gözlükleri takmış bütün bir salon çok eğlenceli gözüküyordur.

En son, Nightmare on Elm Street'ti sanırım, bundan bir 15 sene önce falan inTru 3D bir filme gitmiştim. O zamanlar bir tarafı kırmızı, bir tarafı cyan gözlükler veriyorlardı. Şu anda verdiklerine göre daha "cool" gözlüklerdi ama teknolojinin gelişmiş olduğunu görmek sevindirici.
Film şimdiye kadar izlediğim en iyi 3D filmlerden. Gerek konu olarak, gerek animasyon kalitesi olarak Dreamworks'un kendini aştığını düşünüyorum. Bundan önceki birçok filmi Pixar filmlerinden sonra gösterime girmiş (Finding Nemo'dan sonra Shark Tale ya da A Bug's Life'dan sonra AntZ) ne var lan, aynısını biz de yaparız statüsünde filmler olduğundan Pixar>Dreamworks olan düşüncemi değiştirecek kapasitede bir film. Seslendirenlerin arasında Seth Rogen ♥ , Hugh Laurie, Kiefer Sutherland, Stephen Colbert gibi ünlülerin olması çok büyük bir artı. (Reese Witherspoon'u es geçtim, çenesi beni irrite ediyor) Tabi sinemada izlerken bu sesleri ne yazıkki duyamadık, o yüzden eve gelip artık TS de olsa sırf sesleri duymak için filmi indirdik.



Konusuna gelince, evleneceği gün talihsiz bir kaza sonucu kafasına meteor düşen Susan, bir anda kendini 150 m boyunda bulur. Apar topar hükümet görevlileri tarafından benzer durumda canlıların olduğu çok gizli bir üsse kapatılır. Burada Dr. Cockroach, B.O.B., The Missing Link ve Insectosaurous ile tanışır. Hiçbir zaman dışarı çıkıp normal hayatına geri dönemeyeceğini düşünürken (tabiki) Amerika'ya yapılan bir UFO saldırısı yüzünden uzaylılarla savaşması için görev verilir.
Film boyunca sürekli yapılan kült sci-fi film göndermeleri, karakterlerin 50'ler B movie tadında özgeçmişlerini anlatan kısa filmler, Monsters vs. Aliens'taki sevdiğim küçük anekdotlar. Gene de en sevdiğim sahne herhalde Golden Gate'de Insectosaurus ve büyük robotun karşı karşıya geldiği sahne.
golden gate
Filmde en sevdiğim karakter pek tabiki B.O.B. Bunun sebebi Seth Rogen'in kalbimi az biraz çalmış olması olabilir herhalde. Ya da filmdeki en komik replikleri kendisine vermiş olmaları da bir sebep olabilir. Ve tabi biraz daha kalbimi çalabilir.


Seth Rogen Interview Monsters Vs Aliens - Watch more funny videos here


Aman bekleyeyim dvd si çıksın evde orijinal sesiyle izleyeyim diye düşünüyorsanız bence yanlışlardasınız. Evet belki orijinal seslendirmesiyle çok daha iyi bir deneyim olacaktır ama gözlükler ve inTru3D de kaçırılmaması gereken bir fırsat. Üstelik ara da vermiyorlar, filmi baştan sona kesintisiz izleyebiliyorsunuz. (Küçük mesaneli arkadaşlar için sorun yaratabilir) +7 sınırlandırması getirdiklerinden salonda "annneaaa ne oldu, annneaa çişim geldiiii" diye bağıran, arkadan koltuğunuzu tekmeleyen çocuklar da yok, rahatsınız yani.



0 comments: