Miyazaki'ye Mektup

(Resetmagazine yazısından kopipeyst'tir)
ponyo
Sevgili Hayao Miyazaki,
Biliyorum sen bunu hep yapıyorsun. Her yeni filmini izlediğimde içinde bulunduğum dünyadan beni soğutup, senin yarattığın dünyada yaşamak istememi sağlıyorsun. Bunun ne yazık ki gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunun farkına vardığımda da beni hayal kırıklığına uğratıyorsun. Bu yüzden sana kırgınım ve sana laflar hazırladım.
İlk olarak yaptığın filmlerin birer animasyon olduğunu sana hatırlatmak isterim. Her saniyesinde ayağı başı ayrı oynayan kareler yapıyor olman hem emrin altında çalışan animatörleri, hem de onları düşünen beni üzüyor. Eskiden sabit bir fon üzerinde takılan karakterler olurdu, hiç mi izlemedin Tom ve Jerry çizgi filmlerini? Hadi Disney 1940’ta “Fantasia” diye uzun metrajlı bir animasyon çıkardı; orada bir çizgi filmin aslında sadece birbirinin beynini patlatmak isteyen iki düşman karakterden ibaret olması gerekmediğini gördük. Fantasia ‘da da her bir yeri ayrı oynayan sahnelere şahit olduk; dans eden süpürgeler, mantarlar gördük. Ama Disney bile bu işten ağzının payını alıp ne kadar çalışma gerektirdiğini gördü, taa 1999’a kadar bir yenisini yapmaya cesaret edemedi. Sen neden kendi animatörlerine acımıyorsun, bir de bilgisayar kullanmadan sadece el emeği ile çizilen karelere onay veriyorsun?
“Sen to Chihiro to Kamikakushi/Spirited Away” i izlediğimde de aynı duygu seline kapılıp göz yaşlarına boğulmuştum. Belki dedim, bu sefer dedim, sana son bir şans daha vereyim dedim; ama ne oldu, “Gake no ue no Ponyo/Ponyo on the Cliff by the Sea” yi izledim. Şimdi senin yüzünden buradaki evimi barkımı satıp, bir adaya yerleşip, bütün gün denizlere uzaklara bakmak istiyorum. Belki bir gün deniz kenarında insan suratlı bir balık bulurum da, o da beni sever, sonsuza dek mutlu mesut yaşarız.
James Cameron’un Avatar’ını izlediğimde de sonsuza dek Pandora’da yaşarmışım gibi geldi. Ama sonra düşündüm, dişleri kafam kadar yaratıklar var, gece uykumda gelip oramı buramı ısırırlar hoş olmaz dedim. Üzerimdeki etkisi çok fazla olmadı. Hem rahat nefes bile alınmıyor, karbon fiber kemiklerim de henüz yok, ağaçtan ağaca da atlayamam; düşüp kafamı gözümü yararım kesin. Gece parlayan yaratıklar öyle bir gece klubü ortamı; bastığın toprak ışıldıyor, sanırsın ki Billie Jean klibindeyiz. Vazgeçtim bu sevdadan. Ama Gake no ue no Ponyo’daki gibi ufak bir adada yaşayayım, sonra birden denizler altı 20bin fersah olsun, böyle Kanagawa’nın büyük dalgası gibi dalgalar gelsin üstüme üstüme. Ama sonra bir bakayım aslında onlar dalga değilmiş, yüzen kocaman mavi balıklarmış.
Ayrıca yarattığın karakterleri bu kadar sevimli yapma gibi bir zorunluluğun olduğunu zannetmiyorum. Senin yüzünden dalyan gibi Türk delikanlılarını bırakıp Japonya’ya yerleşip oradan birisiyle evlenmeyi düşünüyorum; sırf senin çizimlerindeki gibi boy boy çocuklarım olsun diye. Dağlık da bir araziye yerleşeceğim ki, kız çocuklarım yokuş aşağı koşarken etekleri arkaya doğru hafif havalansın, sonra dengelerini kaybedip taklalar ataraktan inişlerini tamamlasınlar. Ben de bunları izleyip “ah ne sevimliler, değil mi?” diye iç geçireyim.
Ne yazık ki dünya senin yarattığın gibi sevgi pıtırcıklarından oluşmuyor. İnsanların başına kötü şeyler gelse bile en sonunda kazanan sevgi olmadığı da oluyor (ki büyük çoğunlukla olmuyor zaten). Ama ben alışığım buna zaten, insanoğlundan çok da fazla bir beklentim yok . Öyleyse neden içimde bir umut ışığı yakıp sonrasında gerçeklerle yüzleşince beni hayal kırıklığına uğratıyorsun? Ben de isterdim otobüs durağında yağmur altında benimle birlikte bekleyen kocaman bir hamster olsun, bulutlar üstünde uçan şatolar, sular altında deniz kızları olsun. Ama olmadığının farkındayım ve bunların yokluğu kör kör parmağım gözüne şeklinde neden bana hatırlatıyorsun? Yaptıklarını insanlık dışı buluyor ve sana teessüf ediyorum.
Peki bu hikâyeler aklına nereden geliyor? Senaryoyu yazarken emrinde çalışan 50 tane saf ve masum çocuk bulundurup onlara mı danışıyorsun? Yoksa akşamları kurabiyeni yiyip sütünü içtikten sonra rüyaya mı yatıyorsun? Yaşadığın yer bütün dünyanın pisliklerinden ve kötülüklerinden arınmış bir yer mi, öyle bir yer varsa neden bize açıklamıyorsun? Lost bu sezon bitiyor bak, onlar bile bazı sırlarını açıkladılar ve bizi son anda kanser olmaktan kurtardılar, sen bize bu işkenceyi kasten mi yapıyorsun?
Animasyonlarını hiç “live action” film haline getirmeyi düşündün mü? Eğer böyle bir planın varsa şayet bileyim, hemen seçmelere katılayım. Yalandan bile olsa senin dünyanda var olmak istiyorum, maksat dostlar alışverişte görsün. Gake no ue no Ponyo’daki Fujimoto karakterini de Johnny Depp şahane canlandırır, benden tavsiye. Ama bir ricam var, mümkünse Tim Burton çekmesin, o da son zamanlarda iyice cıvıdı, başucu kitabım “Alice in Wonderland” hiç olmamış beğenmedim.
Sözlerime son verirken senden bir ricam daha olacak. Bir daha bir animasyon tamamladığında mümkünse bana haber verme. Bir kez daha “reel hayata dönme” travmasını atlatabileceğimi sanmıyorum.
Saygılarımla,
Bir numaralı hayranın.

0 comments: